Değerli okurlarım, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlarken, yazıma başlamadan önce yaşanan afette hayata veda eden tüm canlara Allah’tan rahmet, yakınlarına ve hepimize başsağlığı, yaralılara bir kez daha acil şifalar dilerim.
Türkiye ve sınır komşumuz Suriye’yi sarsan, on binlerce canı toprağa verdiğimiz, yüz binin üzerinde yaralımızın olduğu, yüz binlerce yapının yıkıma uğradığı ve hasar aldığı, milyonlarca vatandaşımızın etkilendiği, sayısız hayalin son bulduğu hepimizi derinden üzen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli iki büyük depremin üzerinden tam iki hafta geçti.
Sevgili okurlar, geçen bu iki haftada milyonlarca kalp hep birlikte attı, herkes imkânları ölçüsünde bir dayanışma ağı içerisinde bulundu; birçoğumuz bulunduğu illerde yardım, bir kısmımız ise afet bölgelerinde arama-kurtarma ve yardım organizasyonlarına katıldı; bir umut ve merakla gözler ve kulaklar bir an olsun haber kanallarından, telefon ekranlarından ayrılmadı; kısacası sivil dayanışma tek yürek oldu ve bu yürek gerek afet bölgelerinde bulunan, gerekse kendi şehirlerine gelen afetzedeler için attı. Bu dayanışmaya katkı sunan tüm kalplere teşekkürlerimi sunmak isterim. Tabii ki sivil dayanışmaların gönüllülük esaslı olması sebebiyle, bu organizasyonlara dâhil olmak büyük bir alkışı hak ediyor fakat görevini hakkı ile yerine getiren, yerel ve idari yöneticiler, hekimler, madenciler, işçiler, memurlar, basın-yayın organları ve sayamadığım tüm emekçileri de unutmuyor, her birine canı gönülden teşekkür ve minnetlerimi sunuyorum… Onca acının içerisinde her biri bizlere umut oldular.
Dile kolay, yüzyılın afeti diye tabir ettiğimiz, acısı unutulmayacak, etkisi ise uzun yıllar boyunca geçmeyecek büyük felaketin üzerinden tam iki hafta geçti. Bu iki haftada yardım ve kurtarma operasyonlarını elbette konuştuk ama bunlarla birlikte neler mi konuştuk?
Doğal afetin, milyonların hayatını derinden sarsan büyük bir felakete nasıl dönüştüğünü konuştuk.
Bu felaketin sorumlularını konuştuk.
Ahlâk ve liyakatin önemini ve ihmalleri konuştuk.
Ahlâk, Liyakat ve İhmal!
Değerli okurlar, yukarıda da dile getirdiğim gibi, bir doğa olayı nasıl olur da milyonların hayatını derinden sarsan, sosyolojik, psikolojik, fizyolojik, yapısal ve ekonomik yıkımları beraberinde getiren bir felakete dönüşür?
Yani, şimdi geriye baktığımızda bu yıkımların tüm sorumlusu tek başlarına; Depremin hemen ertesinde tutuklanmaya başlanan, gözlerini para hırsı bürümüş müteahhitler midir?
Yıkılan binaların alt katında bulunan işyerlerindeki kolon ve kirişleri kesen işletmeciler midir?
Binanın projesini yapan, yeterli kesit ve betonarme kullanmayan mühendisler midir?
Yeterli yapısal güvenliği sağlamayan projelere onay veren belediyeler midir?
Binanın projesine uygun imalat yapmayan işçiler midir?
Hatalı uygulamaları gerektiği şekilde kontrol etmeyen yapı denetim şirketinin elemanı mıdır?
Yapı denetim şirketinin hizmetlerini kontrol etmeyen denetim mekanizmaları mıdır?
Zemin çeşidini göz ardı ederek şehir planlaması yapan ve bunları onaylayan belediyeler midir?
Yine benzer durumla, zemin taşıma gücünü göz ardı ederek, düşük katlı binaların yoğun bulunduğu bölgelerde yüksek katlı yapıların projesine onay veren belediyeler midir?
Fay hatlarının nerelerden geçtiği belliyken, bu bölgelerde yapılaşmaya izin verenler midir?
Üzerine reklam filmleri çekilen ve methiyeler dizilen İmar Barışı ile milyonlarca çürük yapıya “Yapı Kullanım İzni” verenler midir?
Milyarlarca doları çürük yapı stokunun yenilenmesine veya güçlendirmesine harcamayanlar mıdır?
Buraya kadar saydıklarım afet öncesini bağlayan durumlar…
Bir de afet sonrası yaşananlar!
Evet, yaşanan iki deprem de gerçekten çok büyük ölçekte. Hele ki ardı ardına yaşanması, ilk depremin şokunu atlatan insanların soğuk ile mücadele ederken eşyalarını almak için öğle saatlerinde tekrar evlerine girmiş olmaları ve ilk depremde yorulan binaların ikincisinde yerle bir olması afetin şiddetini artırdı.
Fakat geçtiğimiz iki haftalık süreç içerisinde, özellikle afetin ilk günlerinde, görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir koordinasyon eksikliği yaşandığı da inkâr edilemez.
Tüm bu süreçlerde, afet bölgesinde kiminle konuşursak konuşalım, aldığımız dönüş, “Afetin ilk günlerinde bizi kurtarmaya kimse gelmedi…”
Ne kadar acı, ölümle baş başa kalmak…
Hepimizin duyduğu, şahit olduğu çok acı hikâyeler var sevgili dostlarım. İnsanlar acı ve korku içerisinde donarak öldü, donarak. Var mı ötesi?
Ölenlerin yakınları enkazlarına hemen yanında canhıraş haykırdı, seslerini duyurmaya çalıştı ama çaresiz kaldı. Bekledikleri yardım gelmedi, gelemedi… Bu gelemeyişin sebebi iklim koşulları da olsa, yaşanan afetin oldukça geniş bir coğrafyada, 13,5 milyon vatandaşın yaşadığı illeri etkilemesi de olsa, her ne olursa olsun, sonuçta beklenen ve olması gereken destek ilk saatlerde gelmedi… Sebep oydu ya da buydu, sonuç değişmedi.
Sevgili okurlar, afetin öncesi ve sonrasını bağlayan birçok şeyden bahsettik.
Yapıların Projelendirme, İmalat ve Denetim sürecindeki sorumsuzluklar ve afet sonrası eksikliği tecrübeyle sabit Afet ve Kriz Yönetimi!
Asla inkâr etmiyoruz, çok büyük iki depremle karşı karşıya kaldık ama en nihayetinde bir doğa olayı yüzyılın felaketine dönüştü!
Birileri vicdanını bıraktı, yapılarda malzemeden çaldı.
Birileri ahlâksızlığını cehaleti ile birleştirdi, kolon kiriş kesti.
Birileri mesleki bilgisizlik ve sorumsuzlukla, olmayacak projeleri hayata geçirdi.
Birileri liyakatsizlikle geldiği denetim mekanizmalarında zaaflarına yenildi, tüm bu sorumsuzluklara göz yumdu.
Birileri rant uğruna, zemine bakmaksızın yanlış imar planlarını uyguladı.
Birileri bulunduğu mevkilere liyakat ile gelmediği için, ne olacak dedi ve düşük kat yoğun bölgelere yüksek katlı yapıları yerleştirdi.
Birileri bugün on binlerce vatandaşımıza mezar olan milyonlarca yapıya, gel senle barışalım dedi, denetimsizce “Yapı Kullanım İzni” verdi.
Birileri milyarlarca doları, olmasa da olur diyebileceğimiz projelerle heba etti ve çürük yapılar ile vatandaşı baş başa bıraktı…
Ve en sonunda afet geldi, tüm bu sorumsuzluklarla birlikte hepimizi enkaz altında bıraktı ama ihmaller yakamızı bırakmadı, biz hala enkaz altından çıkamadık.
Yani bugün başımıza ne geldi ise, toplumun geniş kesimine yerleşmiş “Ahlak ve Liyakat Eksikliği” ile birlikte “İhmaller” silsilesiyle geldi. Bu durum toplumsal birçok alanda o kadar yaygın ve kanıksanmış ki, tahminimce ucunun dokunmadığı kişi sayısı çok çok az. Ucunun dokunmadığı derken, maalesef bunca sorumsuzluğun ucu herkese dokunmayacak ama inanıyorum ki bu suçun çok fazla gizli ortağı olacak. Çünkü söz konusu durum, sadece bugün yaşadığımız afet ile sınırlı değil; yanlıştan geri dönülmez ise bugün bu depremler, yarın başka depremler, seller ya da yangınlar. Ne fark eder! Bizler her zaman afetlere yenileceğiz.
Bugün herkesin vicdanını sorgulaması lazım!
Bu yıkımlarda, yaşanan bunca acıda, bizim de bir sorumsuzluğumuz, bir zaafımız oldu mu? Tercihlerimizin, önceliklerimizin veya çıkarlarımızın afetin felakete dönüşmesinde bir rolü oldu mu?
Bugün yaşanan afetler sadece bir tanesi. Peki, ya geçmişte yaşanan onlarcası?
İlerde yaşanması muhtemel olanlar?
Değerli dostlarım, acımız çok büyük, kelimelere, satırlara sığmaz… Acıların yaşanmadığı bir geleceği inşa etmek ve yanlışları düzeltmek için sorumluluklarımız çok fazla. Öncelikle yönetim, denetim ve kontrol birimlerinde liyakati tahsis edecek, ahlâk, vicdan eksikliğine, ihmallere asla müsaade etmeyeceğiz.
Ama unutmayalım ki, bir diğer sorumluluğumuz ise afetlerden etkilenen dostlarımız için olmalı.
Şahit olduğumuz her acı dolu sahne vicdanlarımızı sızlattı ve temennim o ki, bu duygular geçici olmasın. Ailesini, hayallerini, her şeyini kaybetmiş on binlerce afetzedemiz var artık. Bizler iyi olacağız ki herkes iyi olsun. Bu saatten sonra nerede bir mağdur, nerede bir muhtaç varsa kalbimiz bir bize, bir ona atmalı…
Sevgili okurlarım, dediğim gibi duygular satırlara sığmıyor, yazmakla bitmiyor… En içten duygularımla hepinizi selamlıyor, herkese umut ve güzelliklerle dolu bir hafta diliyorum.
Sidar Anıl Özalp
NOT: Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.